Albay Uğur Özmen Kanun Ordusu'nu kaleme aldı

Kırıkkale İl Jandarma Alay Komutanı Albay Uğur Özmen, yazısında jandarmanın "kimsesizlerin kimsesi" olduğunu söyledi.

Albay Uğur Özmen Kanun Ordusu'nu kaleme aldı
22 Ağustos 2021 - 00:50 - Güncelleme: 22 Ağustos 2021 - 00:59
Albay Özmen, Jandarma Teşkilatı'nın 182. yılı dolayısıyla hazırlanan dergideki makalesinde halkla âdeta özdeşleşen Jandarmanın, kolluk görevlerinin yanı sıra yeri geldiğinde “kimsesizlerin kimsesi” olarak bölgesinde vatandaş odaklı hareket etmeyi her zaman ön planda tutulduğunu belirtti.
Makalesinde birçok konuyu zihinlere taşıyan Jandarma Albay Özmen'in kaleminden satırlara neler yansıdı bakalım.
Bugün, ülkemizin en ücra köşelerine kadar yaygın teşkilat yapısıyla, kendisine verilen emniyet ve asayiş görevlerini kanunlar çerçevesinde yerine getiren Jandarma Teşkilatının resmi kuruluşu 14 Haziran 1839 tarihi olarak kabul edilmektedir.
 Aslında çeşitli isimler altında kolluk hizmeti sunan Jandarmanın geçmişinin, tarihte ilk Türk devleti olan Büyük Hun İmparatorluğuna (M.Ö. 220 - M.S. 216) kadar uzandığını söyleyebiliriz. Zira en parlak dönemini Mete Han (Oğuz Kağan) döneminde yaşayan Büyük Hun İmparatorluğunda ordu; onluk, yüzlük ve binlik birimlere ayrılarak , dış tehditlerle birlikte iç tehlikelere karşı da gereken önlemler alınmış, iç güvenliğin sağlanabilmesi için Yasavul Teşkilatı kurulmuştur. (Öz Türkçede Yasavul; yürütme erki taşıyan kişi, koruyucu, öncü, akıncı, yasakçı ve muhafız anlamına gelmektedir.
Firdevsî’nin ünlü manzum Şeyhnâmesinde Yasavul şu şekilde ifade edilmektedir: İki bin atlı çavuşu yasavul / İki kolda çağırır vü savul / Geleydi karşına Cem ey şeh-i diyâr-ı kerem / Yasavul ona der idi beyim ıraktan dur. / İki cânibde çavuş-u yasavul. / Kimisi yürü der kimisi savul.4 ) Büyük Hun İmparatorluğundan sonra kurulan Göktürklere (M.S. 552-744) ait Kül Tigin Kitabelerinde (Orhun Yazıtları) ise emniyet ve asayiş görevlerinin Yargan adı verilen genel bir kolluk kuvvetine verildiği ifade edilmektedir. Bu görev Uygur, Moğol ve Altınordu devletlerinde Daruga, Karahanlılar, Gazneliler ve Harzemşahlarda Candar, Selçuklularda Surta, Osmanlılarda ise Subaşı ve Karakullukçu adı verilen teşkilatlar tarafından yerine getirilmiştir. (Su eski Türkçede ordu ve asker, kara ise halkı gözeten, güçlü anlamına gelmektedir.
Bugün de en küçük yerleşik kolluk birimine, halkı koruyan ve kollayan anlamına gelen Karakol adı verilmektedir.) 1800’lü yılların başlarında Bulgar, Rum ve Sırp çetelerinin Balkanlarda halkın can ve mal güvenliğine kasteden faaliyetlerinin yoğunlaşması üzerine, 14 Haziran 1839’da Zaptiye Teşkilâtı kurulmuştur. 1904 yılında çıkarılan bir nizamname ile Zaptiye Teşkilâtı, Jandarma Teşkilâtına dönüştürülmüştür. (Dünyanın birçok ülkesinde askeri nitelikli Jandarma teşkilatları bulunmaktadır.
Fransızcada; “gens d’armes”, silahlı adamlar anlamına gelmektedir. Ancak, genel kabul gören bu görüşe karşılık, bu terimin “Candar” olarak daha önceden tarihimizde var olduğu da görülmektedir. Karahanlılar, Gazneliler, Harzemşahlar, Eyyübiler ve Memlük devletleri gibi Türk İslâm devletlerinde “Candar” tabir olunan kuvvetler yer alırken, Candarlık en yüksek devlet memuriyetlerinden sayılmıştır. )
Halkın huzur ve güveninin sağlanması gibi hassas bir görevi yerine getiren Jandarma, özellikle Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde birçok cephede yurt savunmasına da katılmıştır. Bu kapsamda Türk Milletinin âdeta küllerinden yeniden doğduğu Çanakkale Savaşı’nda Jandarma Birliklerinin kahramanlıkları tarih sayfalarında müstesna bir yere sahiptir. Nitekim bugün Gelibolu Yarımadası’nda bulunan “Kireçtepe Jandarma Şehitliği”, Anafartalar Muharebelerinde şehit düşen Gelibolu ve Bursa Jandarma Taburlarının kahraman Mehmetçiklerinin ebedi istirahatgâhı olarak muhafaza edilmektedir.
Şehitliği temsilen savaş sırasında boşalan top mermisi kovanlarıyla Kapanca Tepenin zirvesine inşa edilen “Kireçtepe Jandarma Anıtı” ise Çanakkale Zaferini sembolize eden üç önemli anıttan birisidir. Muharebeler devam ederken Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemal, şehitliği bizzat ziyaret ederek Gelibolu ve Bursa Jandarma Taburu neferlerini Anafartalar Zaferinin kazanılmasında gösterdikleri olağanüstü başarılarından dolayı tebrik etmiştir. Şehitliğin kitabesinde Ebedi Başkomutanın şu sözleri dikkat çekmektedir: “6/7 Ağustos 1915’te Gelibolu ve Bursa Jandarma Taburlarının kahramanca çarpışan üç Bölüğü, iki Tugay gücüne ulaşan İngiliz kuvvetlerini Karakol Dağı ve Kireçtepe’de durdurup Anafartalar Grubunun kuzey yanını korumuştur.” Birinci Dünya Savaşını bitiren Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra orduları dağıtılan, silah ve teçhizatına el konulan Osmanlı İmparatorluğunun elinde kalan tek silahlı güç Jandarma olmuştur. Bu sıkıntılı dönemde Kuvâ-yi Milliye’nin kurulmasında ve İstiklâl Savaşının başlatılmasında Jandarma hayati bir görev üstlenmiştir. İşgallerin başlamasıyla birlikte özellikle Güney ve Batı Anadolu bölgelerinde teşkil edilen Kuvâ-yi Milliye birliklerinin başında Jandarma subayları yer almıştır. Bu gelişmeler üzerine Damat Ferit Paşa Kabinesinde yer alan Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah Efendi, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere vatansever Türk subayları ile Kuvâ-yi Milliye bünyesinde hareket eden herkesi “vatan haini” ilan ederek, hemen ardından da bu hareketin önde gelenlerinin idam edilmesi fetvasını vermiştir. Kuvâ-yi Milliye hareketinin büyümesinin engellenebilmesi için her ne kadar çeşitli tedbirler alınmaya çalışılmış olsa da bu çabalar engellenememiştir. Nitekim 25 Ağustos 1919 tarihinde Dâhiliye Nezaretinden Ankara Valiliğine gönderilen 7577 numaralı bir telgrafla; “Vilayet dâhilinde Teşkilat-ı Milliye için tebdili kıyafetle kasaba ve köyleri dolaşarak propaganda yapan zabitanın ahaliyi tahrik edecek tertipler içerisinde bulunanlarının engellenerek derhal yakalanmaları ve İstanbul’a gönderilmeleri” emrinin verildiğini görmekteyiz. (BAO, DH.ŞFR. 102/264. Vrk.1) Çıkarılan idam fetvaları ve alınan ağır yaptırım kararlarına rağmen başta Jandarma subayları olmak üzere vatansever aydınların Milli Mücadelenin başlatılmasına yönelik gayretleri engellenememiş, aksine bu gayretler ülkenin dört bir yanına yayılarak düzenli ordunun kurulmasıyla neticelenmiştir.”7 (24 Ağustos 1919’da Osmanlı Dâhiliye Nezaretince, Umum Jandarma Kumandanlığına çekilen telgrafta; “Teşkilat-ı Milliye mensuplarıyla alâkadar olan Karahisar-ı Sahib (Afyonkarahisar) Jandarma Kumandanının kışkırtıcı hareketlerde bulunmasına engel olunması için derhal İstanbul’a gönderilmesi” emredilmektedir. BOA, DH.KMS. 53/94. Vrk.2.) 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM’de öncelikle ülkede asayişi sağlamak için Milli Savunma Bakanlığına bağlı Umum Jandarma Kumandanlığının mevcudunun arttırılmasına çalışılmıştır. Bu sırada pek çok cephede savaş sürerken, cephe gerisinde çıkarılan isyanların bastırılabilmesi için Seyyar Jandarma Müfrezeleri (Günümüzün Jandarma Komando Birlikleri) kurulmuştur.
Bu şartlar altında Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde başlatılan İstiklâl Savaşına en büyük katkıyı sunan teşkilatlardan biri hiç şüphesiz Jandarma Teşkilatı olmuştur. İstiklâl Savaşının zaferle sonuçlanması ve Genç Cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte Ebedi Başkomutanın talimatları doğrultusunda, Jandarmanın ordu saflarında ve cephe gerisinde gösterdiği kahramanlıkları unutulmayarak, 1935 yılında Ankara Kızılay Meydanına “Güven Anıtı” yaptırılmıştır. Bu anıt Türk halkının Jandarmasına olan sonsuz sevgi ve güvenini ifade etmektedir. Anıtın ön yüzünde güçlü yapıda genç ve yaşlı iki insan figürü, her yaştaki Türk insanının çalışkanlığını ve üretkenliğini temsil ederken, yan kanatlarda bulunan üniformalı askerler (Jandarmalar) ise yurdun dört bir köşesinde emniyet ve asayiş hizmetlerini yürüten Jandarmanın sağladığı güven ortamı sayesinde, Türk Milletinin çağdaş uygarlık yolunda hiç durmadan ilerleyeceğini ifade etmektedir.
İşte bu nedenledir ki ATATÜRK, anıtın ön yüzüne “TÜRK, ÖVÜN, ÇALIŞ, GÜVEN” yazdırmıştır. Jandarma, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunması için yurt içinde olduğu kadar, ihtiyaç halinde yurt dışında da kendisine verilen görevleri büyük bir özveriyle yerine getirmektedir. Özel eğitimli birlikleriyle yeri geldiğinde vatan savunmasında da büyük başarılar göstermektedir.
Bu kapsamda Kıbrıs Barış Harekâtına katılmakla onurlandırılan Jandarma Komando Birliklerinin kahramanlıkları bugün hâlâ hafızalarda yerini korumaktadır. 19 Temmuz 1974 tarihinde helikopterlerle Lefkoşe’nin kuzeyinde stratejik bir konumda bulunan Hamitköy-Kırnı bölgesine hava hücum harekâtıyla indirilen J.Bnb. Hasan Cemil ERDEM komutasındaki Nevşehir Jandarma Komando Taburu, Rumların açtıkları yoğun ateş karşısında bir anda kendisini savaşın içinde bulmuştur. 14 Ağustos 1974 tarihinde “ZAFER” kod adıyla başlatılan İkinci Harekâtın en ön saflarında Nevşehir Jandarma Komando Taburu yer almıştır. Tabur, Magosa-Lefke arasında kalan bölgenin tamamının Rum işgalinden kurtarılmasında çok önemli görevleri yerine getirmiştir.
7 Ağustos 1974 tarihinde hazırlık emrini alan J.Bnb. Bekir Sıtkı TUNCER komutasındaki Siirt Jandarma Komando Taburu ise bir gün sonra yine helikopterlerle Adaya indirilmiş ve Beşparmak Dağlarının güneyindeki en çetin muharebelere katılmıştır. Tabur, 12 Ağustos’ta Beşparmak Dağlarının zirvesinde çok kritik bir mevkide bulunan Bufavento Kalesi ile Aya Yorgi Kilisesi Bölgesini büyük bir kahramanlık göstererek ele geçirmiştir. Çetin muharebeler sonucu Rum birlikleri ağır kayıplar vererek Beşparmak Dağlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Aşırı sıcak bir dönemde cereyan eden muharebelerde Jandarma Komandolar, ani gelişen durumlar karşısında sürekli yer değiştirmek zorunda kalmıştır. Aldıkları üstün eğitim ve sarsılmaz disiplinin hakkını vererek girdikleri muharebelerde önemli bir kayıp vermezken, yüzlerce Rum askerini tesirsiz hale getirmiştir.
Çanakkale ve İstiklâl Savaşında olduğu gibi Kıbrıs Barış Harekâtında da gösterdikleri kahramanlıklarla Harp Tarihimizin altın sayfalarında yerlerini almışlardır. Köklü geçmişiyle dün olduğu gibi bugün de devletimizin halka açılan ilk kapısı ve temsil noktası olan Jandarma, vatandaşımız tarafından emniyet ve asayişin sağlanmasında her zaman somut bir güvence kabul edilmektedir. Nitekim mülki yapılanmamıza uygun olarak Jandarma Teşkilatı ülkemizin %92’lik yüzölçümünde ve yaklaşık 3.000 yerleşim yerinde Aziz Milletimizin maddi ve manevi desteğini arkasına alarak; eğitimli personeli, modern silah, araç, gereç ve teçhizatıyla vatandaşımıza güven vermeye devam etmektedir. İçişleri Bakanı Sayın Süleyman SOYLU’nun ifade ettiği şekilde “devletimizin cemal ve celâl yüzü” olarak; tevazu ve yumuşaklığın yanında, merhamet, azamet ve sorumluluğu da bulunan Jandarma, başta halkın huzurunu bozanların adalete teslim edilmesinde olduğu kadar üzücü bir trafik kazasında, yakın bir tarihte yaşadığımız 24 Ocak 2020 Elazığ ve 30 Ekim 2020 İzmir depremlerinde olduğu gibi tabii bir afet ya da yangında, arama kurtarma faaliyetlerinde veya düğün, nişan gibi vatandaşımızın mutlu anlarında daima onların yanında yer almakta ve ihtiyaç halinde en kısa sürede devletimizin şefkat elini onlara uzatmaktadır.
Bu nedenledir ki Jandarmaya karşı halkımızın duyduğu yakınlık ve güven hissi oldukça ileri düzeyde kendisini göstermektedir. Bu anlamda halkla âdeta özdeşleşen Jandarma, yukarıda belirtildiği şekilde kolluk görevlerinin yanı sıra yeri geldiğinde “kimsesizlerin kimsesi olarak” bölgesinde vatandaş odaklı hareket etmeyi her zaman ön planda tutmaktadır. Vatandaşla bu kadar kaynaşmış olmanın bir yansıması olarak, halk kültürümüzde dâhi yer alacak şekilde Jandarmayla ilgili çeşitli türküler söylenip ağıtlar yakılırken, bazı yörelerimizde horonların da oynandığını görmekteyiz. Hepimizin bildiği “Çift Jandarma”, “Jandarmanın Alayları”, “Asker Kınası”, “Şu Kışlanın Kapısına”, “Hükümetin Kapıları/Zaptiye Geliyor”, “Kara Tren”, “Kütahya’nın Pınarları”, “İki Keklik” ve “Asker Oldum Giydim Yelek” gibi türkülerle, Ege yöresinin “Süslü Jandarma Zeybeği” ve Artvin yöresinin “Şavşat Atabarı (Çift Jandarma)” horonları bunlara verilebileceğimiz sadece birkaç tane örnektir. Kültürümüzde türküler, yüreğimizin sesi, bizi bize anlatan ve yakınlaştıran duygusal hazinelerimizdir. Yeri geldiğinde umut, yeri geldiğinde sevda ve özlemdir. Sevincimizden, en derin üzüntümüze kadar hasretimizi, inancımızı, fedakârlık ve kahramanlığımızı anlatır. Bu anlamda hepimizin bildiği “Çift Jandarma Türküsü”nün rivayete göre hikâyesi şöyledir: “Artvin-Şavşat yöresinde iki genç arasında büyük bir sevda başlar. Bu sevdayı duymayan kalmaz. Bir süre sonra kızı istemenin zamanı gelmiştir. Genç oğlan ailesini kızı istemeye gönderir. Ancak kız babasının razılığı olmaz. Kızını bir başkasına (beşik kertmesi) sözlemiştir. Genç oğlan, deliye döner. Sevdiği kızın beşik kertmesi genci vurur. Olaydan sonra da köyden uzaklaşarak dağlarda ve yaylalarda saklanmaya başlar. Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi bahar gelince köylerden yaylalara göçler başlar. Bu göçler sırasında şenlikler düzenlenir. Kışı köyden uzak geçiren genç oğlan, sevdiği kızın da şenliklerde olacağını bildiği için sabırla bekler. Köy halkı uzunca bir yol aldıktan sonra ilk konaklayacağı yere gelir. Davullar, zurnalar çalınır, türküler söylenir, oyunlar oynanır. Koçlar kesilir, kebaplar vurulur. Yenilip içilir... Bu sırada genç adam sabırla beklediği sevdalısını uzaktan görür. Bir süre sonra da hasretine dayanamayarak halkın arasına karışarak sevdiği kızla göz göze gelecek kadar yaklaşır. Ancak bir türlü daha fazla yakınlaşamazlar, bakışıp hasret giderirler. Bu arada genç kız, bir de ne görsün? Karşıdan gelmekte olan iki Jandarma… Genç kız Jandarmaların sevdiği genci götüreceğini anlar. Üzüntü içerisinde sevdiğini de uyarmak için bu türküyü söyler.”
Diğer yandan Kırşehir yöresinde 1953 yılının çetin bir kış günü ihzar müzekkeresi (mahkeme çağrı kâğıdı) dağıtmaya çıkan iki Jandarma erinin donarak hayatlarını kaybetmesini anlatan aşağıdaki ağıt da vatandaşımızın Jandarmasına şefkatinin bir başka örneğidir: “Şiddetli kışın hüküm sürdüğü yörede, Adana ve Gaziantepli, Halit ve Mustafa adlı iki Jandarma eri, Kırşehir Araplı Jandarma Karakolundan köylere ihzar dağıtmaya çıkar. Bir süre sonra bu iki Jandarma eri, Çiğdeli Çölü denilen yerde yoğun tipiye tutularak yollarını kaybeder ve donarak şehit olurlar. Jandarma erlerinin bu acı ölümü, tüm yörede duyularak derin bir üzüntüye sebep olur. Yaşanan bu üzücü olay üzerine Hacı Osman adlı bir ozan aşağıdaki ağıtı söyler ve ağıt dilden dile yayılır.”
Bugün Jandarma Teşkilatımız, vatan aşkıyla asayiş görevlerinin yanı sıra ülkemizin bölünmez bütünlüğü için başta Terörle Mücadele Harekâtı olmak üzere kendisine verilen tüm görevleri başarıyla yerine getirmeye devam etmektedir. Bu anlayışla Jandarma Teşkilatının her bir personeli, tıpkı 12 Aralık 1993 tarihinde Hakkâri Çukurca-Üzümlü Jandarma Sınır Karakolunda şehit düşen J.Komd. Onb. Zekeriya GÖZYUMAN’ın mübarek kanıyla sulanmış kıyafetinden çıkan “Jandarma Olmak Onurumdur” şiirinde belirttiği gibi, bu uğurda gerekirse şehit veya gazi olmayı her zaman en büyük onur saymaktadır. J.Komd.Onb. Zekeriya GÖZYUMAN’ın şehit düştüğü Çukurca Üzümlü Jandarma Sınır Karakolu, 26 Ekim 1993 gecesi baskına uğrar. Çatışma sabaha kadar sürer. (10) askerimiz şehit düşer. (17) PKK’lı terörist ise tesirsiz hale getirilmiştir. Tugay Komutanı, Üzümlü Sınır Karakolunun bir kez daha saldırıya uğrayacağı istihbaratını alır ve J.Komd.Onb. Zekeriya GÖZYUMAN’ın da içinde bulunduğu iki Jandarma Komando Timini takviye olarak Karakola gönderir. Bu timler 12 Aralık gecesi Karakolu basmaya gelen yüzden fazla teröristle tekrar çatışmaya girer. Çok sayıda terörist tesirsiz hale getirilir.
Ancak çatışmanın iyice şiddetlendiği bir anda J.Komd.Onb. Zekeriya GÖZYUMAN, göğsünden aldığı tek kurşunla şehit düşer. Sabah hava aydınlandığında ortalık leşten geçilmez. Ancak J.Komd.Onb. Zekeriya GÖZYUMAN’la birlikte (7) arkadaşı da şehit düşmüştür. Acı haber tez ulaşır şehidimizin Sakarya Akyazı’daki ailesine. Haberi vermeye giden İlçe Jandarma Komutanı, kapıyı açan babası Mustafa GÖZYUMAN’ın rahatsızlığını bildiği için bu haberi kendisine veremez. Yan odaya geçer ve dayısı ile annesine durumu anlatır. Evde herkes feryat ederken bir tek anne Asiye GÖZYUMAN metanetlidir.
Zira aylar önce oğlundan bu haberi bizzat almıştır. Olaydan beş ay kadar önce izine gelen Zekeriya; “Anne, Allah nasip ederse şehit olacağım. Bu haberi aldığında sakın ağlama. Şehit annesi olacağın için kendinle gurur duy.” demiştir. Bir süre sonra oğlunu yolcu eden annenin gözlerine uyku girmez. Derken bir gece rüyasında yavrusunun şehadet şerbetini içtiğini de görür. Anne Asiye GÖZYUMAN’ın kalbine daha derin bir acı girer. Gözyaşlarını içine akıtır ama yavrusundan dualarını da esirgemez. İşte o gün kapıyı çalan askerleri karşısında gördüğünde durumu hemen anlar. Oğlunun söyledikleri daha dün gibi aklındadır. Gelenleri “Vatan sağ olsun!” diyerek içeriye alır. Artık o da oğlunun dediği gibi şehit annesi olmuştur. Aziz şehidimizin kendi el yazısıyla kaleme aldığı ve şehadete ulaştıktan sonra sol üst cebinden çıkan “Jandarma Olmak Onurumdur” şiirinde belirtilen “Zekeriya GÖZYUMAN Ruhu”, bugün ebediyete kadar yaşatılmak, tüm Jandarma Teşkilatı mensuplarının hatıralarını ölümsüzleştirmek ve fedakârlıklarını gelecek nesillere taşımak amacıyla, başta Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı olmak üzere tüm Jandarma Komando Birliklerimizin kışlalarının girişinde abideleştirilmiş halde bulunmaktadır. Aynı inançla, kutsal vatan toprakları için nice Zekeriyalar, Ahmetler, Mehmetler ve Aliler şehadet yolunda sıra beklemektedir.
Sonuç olarak Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün belirttiği gibi; ”Jandarma her zaman yurt, ulus ve Cumhuriyete aşk ve sadakatle bağlı, tevazu, fedakârlık ve feragat örneği bir Kanun Ordusudur.” Bu bilinçle tüm Jandarma personeli, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın da ifade ettiği şekilde; “mesleğin dua mesleği, muhtaca, güçsüze yardım etme mesleği, şehadet mesleği” olduğunun idrakiyle, kendisine verilen her türlü görevi fedakârca yerine getirebilmenin haklı gururunu yaşamakta ve Yüce Türk Milletinin güvenine layık olmayı her zaman en büyük başarı saymaktadır.
(Alıntı: Jandarma Dergisi)
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum